Hayır, hayır, size son zamanlarda despotluğun simgesi olan bir saraydan bahsetmeyeceğiz.
Anlatacağımız saray sizin sarayınız. Bugün unutmuş olsanız dahi, bir zamanlar içinde büyüdüğünüz bir saray vardı. Kalın duvarları sizi korur ve çirkinliklerle dolu bir dünyadan ayırırdı. Tavanı yıldızlarla kaplı, kendi başına bir evrendi bu sıcak yuva. Büyüklüğü metrekareyle değil, ışık, hayret ve coşku veren bir farkındalıkla ölçülürdü.
Hatırlasanıza…
Orada zaman akmazdı, hep genç kalınırdı ve herkes ölümsüzdü. Anne ve babanızın yaşlanmayıp her zaman genç kaldığını nasıl unutursunuz? İnternet ve belki televizyon da yoktu orada. Dış dünyayla bağlantı sağlayan cihazlar da yoktu. Gerek de yoktu bunlara. Çünkü saray kendine yetiyordu. Kendine bağlantılıydı ve kendisiyle ilişki kurmuş bütün diğer saraylarla özde buluşuyordu. Belki de bu nedenle orada yaşarken asla yalnızlık hissetmediniz.
Ama bir gün, bir gün saraydan çıktınız.
Her insanın kaderidir bu. Adına gençlik derler. Gençlik, farklı olanı merak etme, kendinden uzaklaşma, dışa dönme dönemidir. Kimseyi dinlemez alır başınızı uzak diyarlara gidersiniz. Dünyayı ve hayatları dolaşırken bir de bakmışsınız, yaşlanmışsınız. Oysa onca yolculukta karşınıza çıkanlar sadece sizin gibi unutkanlardır. Bir hevesle kalın surları aşıp dünyayı merak eden ve sarayı unutanlar…
Unutunca da işiniz bitti demektir. Dışarıda olduğunuzu bilmeden, neden dolanıp durduğunuzu, insanlardan ne istediğinizi bilmeden ve çırılçıplak, korumasız kalmışlığın ürpertisiyle bir şeylere, birilerine sığınırsınız. Yol üzerinde kimi sözler, kimi bakışlar, satır aralarında size sarayı anımsatır. Bunlara bilgelik, din, öğreti adını veririz. Ama unutmayın hepsi de dışarıya aittir. Bunlara kulak assanız dahi fazla takılmayın sakın. Yol ya da din saray değildir. İnanç ve bilgi de saray değildir.
Sarayla olan mesafe kilometreler ya da yıllarla ölçülmez. Mesafe yok aslında. Unuttunuz o kadar.
Bir zamanlar sadece saray vardı ve siz onun içindeydiniz. Şimdi geriye sadece sen kaldın ve saray senin içinde. O hali hatırla. Dış dünyanın gürültüsüne, albeni ya da endişelerine sırtını dön bir. İçinde yankılananları duy. Orada saraydan nameler duyacaksın. Önce uzaktan, sonra senfonik bir şekilde… Müzik hiç durmaz orada. Sessiz sessiz çalar hep.
Bir sabah orada uyanma duası etmeden önce “şimdi neredeyim, ben neyim?” diye düşün. Belki de orası ya da burası yok. Belki sıla bir aldanış. Alışkanlıklarını bırak. Seni şaşırtacak ve hayrete düşürecek şeylerin peşinden git. “Ben” olmamayı dene. Yeterince kardeşimiz vatanını hatırladığında, iç ve dış ayrımı yok olacak, saray genişleyecek, surlar yıkılacak ve saraylar birleşecek.
Artık saraydaki çocuk olmadığını, gençliğinde dünyayı ve hayatları gezip olgunlaştığını, saraya bir Kral ya da Kraliçe olarak döneceğini bil.
BU YAZIYI SAYFA LİNKİ VEREREK PAYLAŞABİLİRSİNİZ. ANCAK BÜTÜNLÜĞÜ BOZACAK ALINTILAR YAPAMAZSINIZ: AKSİ TAKTİRDE FİKİR ESERLERİ VE TELİF HAKLARI KANUNUNA MUHALEFETTEN ARAMIZ AÇILIR.