Küçük Prens, Küçük bir “Mesnevî”

Antoine de Saint-Exupéry’nin 1943’te yayınlanmış “Küçük Prens” adlı eserini okumamış olan yoktur sanırız. Nicelerimiz bu kitaptan hoşlanmış, ancak öyküdeki sembollerin hayatımızdaki karşılıklarını araştıramadan raftaki yerine geri koymuşuzdur. Ta ki, Serge Doussal’ın 2000 yılında fransızca olarak yayınladığı “Küçük Prens’in Sembolizm’i” başlıklı yazı karşımıza çıkacan dek, biz de bu derinlikten habersizdik. Karşımıza bir batılı tarafından kaleme alınmış bir Mesnevi çıkıverdi! Aşağıda söz konusu makalenin çevirisini bulacaksınız. İnanıyoruz ki, bu sembolik yorum hem insanlarla ilişkinizde, hem de iç dünyanızda karşılık bulacaktır.

LÜTFEN PAYLAŞIRKEN SAYFAMIZA LİNK VE/VEYA REFERANS VERİNİZ: METNİN BÜTÜNLÜĞÜNÜ BOZACAK PARÇALAMALAR YAPMAYINIZ.

Küçük Prens’in tam metnine ulaşmak isteyenler şu linklerden faydalanabilirler. Yazıda kitaptaki orijinal metine pek çok gönderme yapılmaktadır:

https://docs.google.com/file/d/0B83CglJkv9UjUklGbHl4bEpXWTA/edit

http://files.eba.gov.tr/MyFiles/20140106/dcd5698928564f2da5ccebf5459a990143939153c0cc4d43b2a214b7a528ab2e.pdf

pp01

Küçük Prens’in Sembolizmi

Serge Doussal (11 Nisan 2000) / Uyarlayarak çeviren : Suavi Kendiroğlu (2014)

Küçük Prensi yeniden okuduğumda biraz fazla “yetişkin”dim ve çocuk ruhumu unutmuştum. Olgunluğun pek çok kapı açacağıdan fazlaca emin bir halde ve entelektüel bir yaklaşımla konuya yaklaştım. Böyle yapınca da, pek çok şeyi farketmemiş oldum.

Hatta bunun büyükler için yazılmış bir masal olduğunu dahi düşündüm!!! Oysa ki, yanıt metnin içindeydi. “Büyük insanlar bunun ne denli önemli olduğunu anlamayabilirler” diyerek beni doğru yola sevkeden bu küçük sarışın çocuk, yani Küçük Prens’in kendisi oldu.

Buna rağmen, bu yapıt inisiyatik (içrek, batıni, bilinmeyen ya da gizli bir alana giriş) bir yolculuktur ve herkes kendince anlar.

Örneğin hiç fikir yürütmeden ve analiz yapmaksızın hayal gücünüzü serbest bırakabilir, kahramanların kişiliğine bürünebilir, kitabın bölümleri boyunca durumları yaşayabilirsiniz. Bu yaklaşım herşeye rağmen soru işaretleri ve yorumlara kapı açacaktır. Bizim seçtiğimiz yol ise sembolizmin yoludur. Elbette ki, metne dayalı bir araştırma söz konusu olduğunda akıl yürütmekten kaçış yoktur. Ancak aklımızla beslenen özgür bir kalple okur, fazla “akılcı” ya da “yetişkin” olmaya çalışmadan düşünürsek yolumuz aydınlanabilir.

İncil de şöyle demez mi: “Göklerin krallığı (yani ışık), çocukla bir olana açılacaktır”

Küçük Prens kimdir?

Kendini sorgulama ile ortaya çıkan “İç Ben”dir. Kriz dönemlerinde ortaya çıkan “derindeki” adamdır, bu kitabın yazarıdır, bizzat bizleriz.
Bu küçük roman olduğu gibi “inisiyatik” bir yol sunar. Bu yol, uçağın çöle acil durum inişi yapması gibi bir kriz durumuyla başlar ve motorun tamir edilmesiyle son bulur. Bu mekanik tamirat, bir diğerini kamufle etmektedir: İnsan’ın tamir edilmesini…

Acil durumdaki uçak çöle iner. Ve işte size iki anahtar kelime: Acil durum (kriz) ve Çöl

Acil durum ve Çöl:

Hepimiz zor, acılı, şüpheli durumlar yaşamış ve bu durumdayken kendimizi sorgulamışızdır. Burada ÇÖL, bilinçlenmek için ayrıcalık sahibi bir yerdir. Aynı zamanda bir tecrit, bir ölüm yeridir de. Burada daha önceki birikimlerinizin çoğu faydasızdır ve kesinlik diye bir şey yoktur. Burası, ruhsal ve bedensel sınırların aşılması için içselliğin yeniden keşfedilmek zorunda kalındığı bir “araştırma”, bir “geçiş” yeridir.

Pek çok kutsal metinde Çöl’ü buluruz. Hayatta kalma mücadelesi verilen bu yerde, dönüşüm, çaba, kendiyle mücadele ve “İÇMEK” için ilerleme ihtiyacını gerektirir.

İÇMEK

Şunu söyleyen Küçük Prens hangi sudan bahsetmektedir? “Ben bu suya susadım”* («j’ai soif de cette eau là »)
Çölün tam ortasında olsak da, bu su bir Sahra kuyusundan gelmemektedir. Söz konusu kuyu, duvarları, makarası, kovası ve ipi olan bir kasaba kuyusudur. Bu kuyu bir yaşam yeridir ve onun ipi, toprak ananın derinlerindeki suya bir göbek bağı gibi bağlanıp insana ulaştırır.
Su yukarıya doğru çıkar ve bilinç “dipten” beslenir.  Bu su, sadece boğaz kuruluğunu gideren bir içecek olmayıp, yıldızlar altında yapılmış bir yürüyüşten, makaranın şarkısından, kol gücünden doğar ve kalp için iyidir, şifadır. Gerçek, herbirimizin kendi kuyusunun suyunda saklıdır ve bunu yalın ve saf halde “çıkarmak” bize düşer.

Küçük Prens’in gezegenden gezegene yaptığı yolculuk Saint Exupéry’nin kendi içine yönelttiği bir bakıştır, aynadaki görüntümüzdür.
Ziyaret edilen her gezegende Ego’muzun bir eğilimi ile karşılaşırız.

Gezimize Küçük Prensin, anahtar bir karakterle, Gülüyle paylaştığı gezegeninden başlıyoruz. Ancak GÜL başka bir analiz konusu olmayı hak etmektedir.

pp04Küçük Prens her sabah elini yüzünü yıkadıktan sonra sonra dev Baobab ağaçları istila etmesin diye gezegenini de temizler. Bunların tohumları gözle görülmez, usulca büyürler, gül fidesi sanırsınız, ancak dikkat edilmezse ortamı işgal eder ve geliştiklerinde gezegeni çatlatabilirler. Kolay ve sıkıcı bir iş olsa da günlük bir çalışma ve disiplin gerektirir. Buna vicdan muhasebesi ya da belki de temkinli oluş diyebiliriz. Siz de kendi dünyanızda ve nesiller boyunca gelişigüzel büyüyen “Baobab”lar bulabilirsiniz.

Küçük Prens gezegenini terkeder çünkü bütün iyi niyetine ve sevgisine rağmen gülünden şüphe etmiştir. Bununla ilgili : “Onu sevmeyi bilmek için çok gençtim” der.

pp05İlk gezegen KRALınkidir. Burada asteroid 325’i asaleti ve mantosuyla kaplayan, ancak sonuçta kendisini ezen bir hükümdar arketipi buluruz. Sadece emir vermek için ağzını açar ve hiç bir tebası, kulu yoktur. Sevgi yoksunluğunu despotluk ve hayalperestlikle giderir.

İşte egonun kötü bir eğilimi: kendini başkalarından üstün görmek için ünvanların şaşasına muhtaç olma, hükmettiğini, yönettiğini sanma… Bunları her gün, her yerde ve bütün seviyelerde görmekteyiz.

İkinci gezegende Kendini Beğenmiş biri yaşamaktadır. Varlığını benzerlerinin pohpohlamalara ve övgülerine borçludur. Sadece kendini öven sözlere kulak asar. Sürekli kendini başkalarına beğendirme, cazibe arayışındadır. Kendi söz konusu olduğunda dünyalar durur.

Egomuzun bir diğer eğilimi de, dış görünüşe değer vermek ve kendi içselliği üzerinde çalışmayı unutmaktır. Gözünüz kamaşmış bir halde kendinizi sevmek, kendine kör olmak gibidir. Oysa sevmek ve sevilmek için kendimizin doğru kıymetini bilmeliyiz.

Üçüncü gezegende bir İÇKİCİ vardır ve bardağındaki içkinin arkasına saklanarak insanlıktan kaçmaktadır. Unutmak için içer, içtiğini unutmaya çalışır, içmeye neden başladığını dahi unutmuştur. Kendi deliliği içinde dünyanın en mutsuz insanı olur ve daha çok içer. Bu adam kendine, dünyaya ve aşka bile bile kör olmuştur.

pp06Dördüncü gezeden İŞADAMI’nınkidir. Asosyal ve yalnızdır. İçsel fakirliğini, sevgisizliğini mülkiyet (sahiplenme) ve kibirle gidermeye çalışır. “Krallar hükmeden ancak sahip olamazlar” derken kendini kraldan üstün görür. Ciddi bir adam olduğunu sanır ve bu onu daha da şişirir. İşte egomuzun iki garipliği daha: Sahiplenme ve Kibir.

Beşincide Küçük Prens bir Lamba Yakıcı’ya rastlar. Bu adam diğerlerinden daha az “hasta”dır. Faydalı bir iş yapmaktadır çünkü lamba yakmak güzel bir şeydir. Ancak şartlar ve işine özgü talimatlar değiştiğinde bu iş anlamını yitirmektedir. Adam talimatları yerine getirmeyi sürdürür ve sadece bu talimatlara güvenir. İşte onu yakaladık, maskesini düşürdük: Bu adam kendini vazgeçilmez sanan oysa işinin, kuralların ve kötü bir amaca hizmet etse de vazifesinin arkasına saklanan, kemik gibi sertleşmiş, esneyemeyen bir tiptir. Nice insanlar vazife ve itaatkarlık aşkına cellatlara dönüştüler.

Altıncı gezegende COĞRAFYACI yaşamaktadır. Bütün meslektaşları gibi yalnızdır. Bu adamın yaptığı iş başka bir kaşif olmaksızın anlamsız ve boştur. Geçmişin esiri olan Lamba Yakıcı’nın aksine, Coğrafyacının anlamsızlığı geleceğe endekslidir. Şimdiki an ve kişisel boşluk korkularından kaçıp geleceğe saklanmaktadır. Her an bir Kaşif’le karşılaşma beklentisindedir. Belki bir gün iyi bir şeyler yapar!

Bu kişiliklerin ortak yanları olduğunu farkediyoruz: Verilecek ve alınacak sevginin eksikliği, bunun yalnızlığa bağlı oluşu, derin bir anlamı olmayan bir varoluş, bundan doğan kötü hisler ve takıntılar.

Küçük Prens’in yolculuğunun ilk bölümü, İncil’deki “Altı Günde Yaratılış”ta olduğu gibi altı aşamalıdır. Ziyaret edilen yedinci gezegen Dünya’dır. Burada binlerce baobab, yüzlerce kral, milyonlarca ayyaş, lamba yakıcı, önemli işadamı, coğrafyacı ve milyarlarca yetişkin bulunur. Şans eseri, uçak çöle iner ve Küçük Prens burada arayışında kendisine yardımcı olacak birçok karaktere rastlar.

pp09Pilot

Pilot “zarf” ya da “dış kabuk” insandır. Halen dönüşmekte, araştırmaktadır. Küçük Prens ise gerçek varlığımızın derin şuurudur. Bu ikisi tek bir varlığı oluştururlar ancak birleşmelerinden önce sorularınızın yanıtlarını, arkadaşınızı ve sevgiyi bulmak gerekir. Tamirden kasıt motorun düzene konulması ise de, Küçük Prens’in yolculuğu Pilotun düşüncelerinin, kalbinin ve ruhunun düzene konulmasıdır.

Her iki “kişi” için de arkadaş ihtiyacı büyüktür. Küçük Prens pilottan bir koyun çizmesini ister ancak bunu yanlış yoldan ifade eder. Koyunu kendi arzusuna göre ve sahiplenmek için istemektedir. İşte Ego’nun hatalı eğilimleri yeniden karşımıza çıkmıştır. Sevmek, tamamen kendi isteklerimize uygun olanı aramak ve sahiplenmek değildir.

İnsanların artık arkadaşları yoktur çünkü dükkanlarda arkadaş satılmamaktadır. Hatasını anlayan Küçük Prens çöldeki yürüyüşüne devam eder. Orada bir ekoya, yankıya  rastlar. En kötü düşmanı olan kendisinin çığlıklarını yansıtan bir ses aynasıdır bu. Yolu üzerinde, çok önemli iki karakterle karşılaşır: Tilki ve Yılan. Hıristiyan edebiyatımızda bu iki hayvan kötücül, art niyetli ve şeytanidir. Oysa bu metinde onları pozitif varlıklar olarak bulunuruz.

TİLKİ

pp03Burada Tilki “rehber”dir. Kendisini evcilleştirmesini isteyerek çocuğu “yola” sokar ve ardından “Evcilleştirdiğimiz insanlardan sorumluyuzdur” der. Dikkat! Burada “sorumlu” kelimesi idare ya da kontrol eden anlamında ele alınmamalı. Evcilleştirmek “sahiplenmek” demek değildir. Tilki bundan “birini ötekiyle uyumlu hale getirmeyi”, ona kendinden, zamanından vermeyi kasteder ve ekler: “Gülünle kaybettiğin zamandır onu senin için bu kadar önemli kılan”. Ardından belli kriterlere dayanarak arkadaş seçmenin yanlışına değinir: “Öz gözlerle görülmez, sadece kalple iyi görülür” ve “Beni evcilleştirirsen birbirimize ihtiyacımız olur, sen benim için ve ben de senin için dünyada biricik oluruz”

YILAN

pp08Yılan, Hıristiyanlıktaki en “yatay” hayvandır, aşağı dünyanın bilincidir ve bu metinde faydalı olanın dışavurumudur. Bir diğer deyişle, çölden öte dünyaya geçiren ANUBİS’tir. Işığın rengi olan sarı renktedir. Önce yatay olup ardından dikeyleşir, düşünceye rehberlik eder. Yeniden doğması için öldürdüğü Pilot değildir. Buna gerek yoktur. Onun düşüncesini inceltip yetkinleştirir ve İçsel Tapınağının (çocuk) kapısını açar.

Tilki ve Yılan, Küçük Prens’e gözünüzün önünde, avucunuzda olanı hep uzaklarda aradığımızı, dinlemeyi bilmediğimiz, sabırsız olduğumuz, sevmeyi yeterince bilmediğimiz için önemsiz sözlere çok önem verdiğimizi hatırlatır.

Küçük Prens beklentilerine uygun olmayan gülünü terkeder. Yüz bin başka gülle karşılaşır. Şimdi bilmektedir, günahıyla sevabıyla en önemlisinin kendi GÜL’ü olduğunu…

Küçük Prens yılan tarafından ısırılır ve gezegenine döner. Uçak tamir edilir ve Pilot farklı bir hayata doğru uçar. Hiçbiri bu karşılaşmayı unutmayacaktır. Her biri bu çok güçlü arkadaşlığın, kardeşliğin anısı ile zenginleşmiştir. Bu arkadaşlık ve kardeşlik, Sevgi’nin doğrudan eylemleridir. Herbiri insanın İNSANCIL olduğunu ve ancak başkalarıyla ilişkilerimizde varolduğumuzu öğrenmiştir (sosyal içgüdü). Zaman zaman kendini bulmak için kabuğuna çekilmek ihtiyacımız (isolement) olsa da, yalnızlık ve özellikle de içsel yalnızlık en kötü KATILAŞMAdır (sclérose).

Bu çalışmayı Saint Exupéry’den iki alıntı ile bitireceğim:

“Çölü güzelleştiren, bir yerlerde saklı kuyudur”

“Çölün alacakaranlığında bir kum tepesine oturduğunuzda, hiçbir şey görülmez, hiçbir şey duyulmaz. Yine de içinizde bir şey ışıldar”pp07

2 thoughts on “Küçük Prens, Küçük bir “Mesnevî””

  1. Geri bildirim: Küçük Prens, Küçük Bir “mesnevî” | KadınlarForumu

Yorum bırakın

error: Content is protected !!