Biyoloji gereği bedeniniz başka bedenlerin arasında yaşar. Peki nereden gelmektedir bu yalnızlık duygusu? Ruhunuz kendi içinde bir evren, bir küre ya da başlı başına bir boyuttur. Kendi gerçekliğini yaratıp içine kapanma yetisine sahip minik bir tanrıcıktır. Bu durumdaki bir ruh, ya da psikolojik yapı, hayatı çöl gibi yaşar. Kendisinden başkasının bulunmadığı bir yerde hapistir. İnsanların arasındaki yalnızlığınız, ruhun susuzluk hissetmesiyle bozulmaya başlar. Onun vahası, su kaynağı yine başka bir ruhtur. Böylesi bir vaha bulduğunuz zaman vatanınızı da bulmuş olursunuz. Bu arkadaş ruh size unuttuğunuz özünüzü gösterir. Kendi hayatınızı kendi elinizle çöle çevirmiş olduğunuzu anlarsınız. Oysa sizin ruhunuz da başkasının aradığı bir vaha, bir vatan değil midir? O zamana dek hem kendinizi hem de başkalarını mahkum ettiğinizi anlarsınız. Bunu öğrenmek ne denli şaşırtıcı değil mi? Bu keşiften sonra yeni vahalar aramanız gerekmez. Ruhsal okulda öğrenmeler tekrarlarla değil uyanmalarla olur. Vahanın kıyısında çölü unutuverirsiniz ve bu unutkanlıkla yarattığınız hapishane yok olur. Artık geriye sadece vaha kalır. Çöl engin bir denize dönüşmüştür. Bunun geriye dönüşü de yoktur. Yine bedeninizle insanların arasında yaşamaya devam edersiniz ama yerde su aramanız gerekmez. Artık bakışlarınız ufkidir, kulaklarınız boşluğun sesini duyar, burnunuza gaipten bir deniz kokusu gelir. Vahanızda dinlenip kendinize gelirsiniz. İçinizi kaplayan mutluluğu tadarken bunun kaynağını merak edersiniz. Birden çöldeki halinizi hatırlarsınız. Geçmiş hayatınıza acırsınız. Her şey daha bütün ve anlamlı görünür. Hikayenizi kendinize anlatmış ve mutlu sona varmışsınızdır. Her biten masalda olduğu gibi ortalığı bir sessizlik kaplar. Çok geçmeden boşluğun verdiği doyum sizi hareketlendirir ve ilk defa olarak başınızı göğe kaldırıp yıldızları fark edersiniz.