Yeni dişçim ağzıma şöyle bir baktı ve “Dişlerini nasıl fırçalarsın?” diye sordu.
Bu soru beni hiç şaşırtmadı. Çünkü daha önceki dişçilerim de ilk muayenede bunu sormuşlardı. Bu işlemi hangi sıklıkla, nasıl bir fırçayla ve hangi hareketlerle yapıyordum. Deontoloji ya da mesleki etik bunu gerektiriyordu. Hastayı hastalıktan korumayı.
Yurtdışındaki bir diş hekimi bu sorunun yanıtını bana bırakmamış, dişlerime bir madde sürmüş ve fırçalamamı istemişti. Her zaman yaptığım gibi fırçaladıktan sonra UV ışığında baktı ve bir ayna yardımıyla bana sonucu gösterdi. Fırçam bazı yerlere ulaşmamıştı bile! Dişçim bana bu bölgelere hangi tip fırçayla ve nasıl ulaşacağımı öğretti. Bilinçlenmiştim.
Bu sefer de anlattım nasıl yaptığımı. “Tamam, bir bakalım” dedi ve dişlerime daha yakından baktı. Bundan sonra söyledikleriyse beni çok ama çok şaşırttı.
Dişlerimi fırçalarken aşırı ısrarcı ve tekdüze hareketler kullanıyormuşum. Diş fırçası hassas mine tabakası üzerinde yol yol izler bırakmıştı! Bir önceki bilinçlenme ve eğitimle mükemmele ulaşamamış bir şeyleri yine de yanlış yapmıştım.
Doğru bilgileri dayatmacı bir şekilde ve ısrarla kullanmıştım. Kuvvet uygulamıştım. Dahası bunu yaparken kendimi haklı sanmış, bütün bir “öğretiye” hakim saymıştım. Öyle ki, bunları bir başkasına da öğretebileceğim hissine kapılmıştım. Daha ötesi olamazdı! Ama gelin görün ki, dişlerim arada sırada sızlamaya ya da çürümeye devam ediyordu. Bunun üzerine kafa dahi yormayacak denli yaptıklarımın doğruluğundan emindim.
Oysa dişçime göre diş fırçam daha yumuşak olmalıydı, dişlerime aynı şekilde ve ısrarla süreceğime onların formlarına uygun hareketlerle ve diş etiyle birleştikleri köke yakın noktadaki kavislere de uyumlayarak kullanmalıydım.
O an kafamda elinde balta ormana dalan bir adamın görüntüsü belirdi. Kendi doğru bildiği işi yapmak ve belki de adil bir tavır adına olabilecek en erkeksi tavrı sergiliyordu. Doğru taraftaydı ve hatta iyi niyetliydi ancak yordamı yanlıştı. Oysa işin doğasına daha uygun hareket etmeyi akıl etse her şey daha kolay olacaktı. Aklıma gelen ikinci şey ise kadının doğaya daha yakın, gerçekle daha barışık ve kavrayıcı olduğuydu. Değişen durumları bebek gibi kavrayıp onlarla uyumlanması geldi aklıma. O güne dek herşeyi araştırmama ve doğrularıma rağmen nasıl yanlış yaşadığımı anladım.Erkek de olsak kadın da, “Kadın”dan öğreneceklerimiz var. Şimdi sadece diş fırçalarken değil ormana giderken de elime “balta almamaya” çalışıyorum. Ve erkek cinsine ait haklılık hastalığımdan kurtulmaya…
Böylece ruhum kurtulmazsa da en azından dişlerim kurtulur 😉
Suavi Kendiroğlu
Kuzguncuk, Mayıs 2015
Bu yazının ortaya çıkmasına ilham kaynağı olan Ortodonti Uzmanı arkadaşım Pervin Bilginer‘e teşekkürlerimi sunarım.