Sonbahar gelip güneş saklanmaya başladığında bütün canlılar kışa hazırlanırlar. Sadece insanlar düşüncelerinin esiri olup içteki bu hazırlığa direnmeye çalışırlar. Oysa bedenimizde ve ruhumuzda da dıştaki mevsimlerin birer yansıması vardır. Peşinden koştuğu hayallerin bu mevsim gerçekleşmeyeceğini kabullenmek yerine hayallerine gömülenler mevsimsel depresyon yaşarlar. Buna en çok da içsel hayatın zenginleşeceği kış mevsimine girerken rastlarız. Denize girip, doğada yürüme olanaklarının azaldığı ve kendi iç sesimizle baş başa kalacağımız mevsimin bir suçu yoktur bunda.
Yalnızlığımıza dayanamayan, kendimizle diyaloğa giremeyen, hesaplaşamayan biziz. Öyle ki, yaşamı ve insanları kendimizden kaçmak için kullanır ve giderek kendimize yabancılaşır, öze yakın olan Ben’imizi unuturuz. İşte Kış’ın yalınlığı bize bunu anımsatır. Oysa insan olmayan ve hayal kuramayan canlılar dıştaki mevsimi içlerinde de eşzamanlı olarak yaşar, buna uygun hareket ederler. Örneğin karıncalar telaşla yuvalarını yiyecekle doldurmaya çalışırlar. Kediler mart ayını beklerler (hoş, kuru mama çıkıp da yaz kış karnı tok olan kedileri de kendimize benzetip ayarlarını kaçırdık ya neyse. Olmadık mevsimlerde çapkın kedi naraları duyar olduk)
Dünyanın mevsimlerini nasıl karşıladığınızı, bunları içinizde nasıl ağırlayıp yaşadığınızı bir düşünmenizi öneririm. Geçmişte ya da gelecekte takılıp kalmak, yeni günü, yeni iklimi hakkıyla algılamamaya yol açıyor. Buna eşlik eden düşünceler de karşılanmamış beklentilerimiz, uktelerimiz oluyor. Düşünceler de duyguları körüklüyor. Düşünce derinlere inip duyguya dönüştüğündeyse bunun pençesinden kurtulmamız pek zordur. Üzüntüler gibi sahte mutluluklar da bu dipsiz kuyulardandır. Bu tip tuzak duygulara kapıldığınızda hep öyle kalacağınızı sanırsınız. Mutsuzsanız sonsuza kadar mutsuz olacakmışsınız gibi gelir ve mutluysanız da aynen öyledir.
Geçmişin ukteleri ve geleceğin beklentileri bugünü algılamamızı hep engellemişse, bir daha aynı durumu yaşamamak için ne yapabiliriz?
Bence en güzeli şarkı söylemek. Söze bile gerek yoktur aslında. İçten bir şarkı mırıldanın yeter.
Gerçek bir şarkının söylenebilmesi için üç boşluk gereklidir : Ses dalgalarının içinde yayılacağı bir mekân. Namelerin ardı ardına dizilebileceği bir süre. Son olarak da parazit düşüncelerin susturulduğu ruhsal bir boşluk, bir sahne. Bunu sağladığınızda şarkıcı değil de dinleyiciymiş gibi davranmalısınız. Boşluk sağlanıp biraz beklerseniz sönük bir melodi duyacaksınız, belki de bir ninni. Merak etmeyin, siz üzerinize düşeni yapın bir hele. Şartlar yerindeyse müziğin duyulmaması imkansızdır. Aslında o iç müzik hep var. Ona kulak tıkayan biziz. Modern fizik bile boşluktan atom altı tanecikler doğduğunu anlatır. Bunun gerçek anlamı sandığımız gibi bir boşluğun olmadığıdır. Boşluk hep titreşir. Dudaklarımız bile kıpırdamaksızın üreyen bu içsel şarkı nereden gelmektedir? Kim söylemektedir? Bakın yine parazit düşüncelere daldık 😉 Düşünmek ve yapmak apayrı şeylerdir. Belki de alışkanlıklarımızı terkederek bir şeyi önce yapıp sonra üzerine düşünmek de lazım.
Kış mevsimi içimizde gürültü yaratan parazitlerin uslanıp sustuğu, şarkımızı dinlemek için gereken şartları bulduğumuz bir içsel iklimdir. Nice seneler bu fırsatı heba etmiş biri olarak size “Gelin bu sefer şarkımıza kulak kabartalım” diyorum. Kim bilir belki de bu nameleri her zaman duymuş olduğumuzu fark edip huzur buluruz. Belki de bu şarkı yaşam kadar geniştir. Belki yaşamımıza girmiş ve girecek varlıklardan bahseder. Belki de rüyalar şeklinde çıkmıştır karşımıza.
Susup şarkımı dinliyorum.
Yaşamım bir şarkı. Dörtlükleri mevsimler.
Sanırım Tanrı bana şarkı söylüyor.
Ama aramızda kalsın : bu bir kadın sesi…
Suavi Kendiroğlu, 9 Ekim 2015
BU YAZIYI BÜTÜNLÜĞÜNÜ BOZACAK ŞEKİLDE ALINTILAMAK YASAKTIR. AKSİ DURUMDA FİKİR ESERLERİ VE TELİF HAKLARI KANUNU GEREĞİNCE ARAMIZ AÇILIR.