Derler ki bir adam Mevlana’dan kendisine Allah sevgisini öğretmesini istemiş. Üstad adama “Hiç sen şimdiye kadar bir insanı sevdin mi?” diye sormuş. Hayır yanıtını alınca da: “Sen git önce bir insan sev” tavsiyesini vermiş. Bugün en yüce olana giden yolu aydınlatan insan sevgisinin de unutulduğunu gördükçe “İnsanlar yollarını kaybettiler. İnsandan başka sevginin öğrenileceği bir başka yer kaldı mı?” diye merak ediyorum. Hayvanseverler alınmasın, elbette ki kainat varoldukça ve yaşam sürdükçe sevgi akacak. Buna bir başka örnek vermek maksadım. Bu sabah kırk yılın başında yaptığım kaçamaklardan birini yapıp doğada gezinirken Oya Ağacına rastladım. Çocukluğumun unutulmaz ağaçlarından birine. O da beni hemencecik tanıdı. Yaşlanmıştım ama aşinalığımız aynıydı. Bizi biz yapan şeyler birbirlerini tanıdılar.
Çocukken bahçeli bir evde büyüme şansına sahip oldum. Yaz kış demeden hep o bahçede oynardım. Doğada büyümüş olmayı bir şans sayıyorum. Böyle olunca doğa erken yaşta içinize işliyor. Akıp giden mevsimler yaprakların renkleriyle bağdaşıyor. Canın gelişinin ve çekip gidişinin döngüsüne tanık oluyorsunuz. Doğadaki yerinizi bilerek büyüyorsunuz. Ayaklarımın altında yeşil çimen, başımın üstünde milyonlarca yıldızıyla Samanyolu ve kitap dolu bir ev beni ben yapan şeylerdi. Hep bir beslenme halindeydim. Gözlerim acıkınca güzel resimlere bakar, beynim açsa kitap karıştırırdım. Ama en heyecanlı anlar bahçede yaşananlardı. Sabah yapraklarda biriken çiği, taşlardaki yosunu, karınca yuvalarını izlerken zihnim susar ve sadece çevreyi izlerdi. Bunu yaparken o bahçeyi oluşturan her şeyi ve bütün hallerini içime çektiğimi fark etmezdim. Geriye benden bir şey kalmaz, bahçe olurdum. Bunları anlamam için de uzun yıllar bahçemden uzak kalmam gerekti.
Şimdiyse şehirleri betonla boğduk, çimenler kurudu, yıldızlar gece yanan neon lambaları tarafından söndürüldü. Beni ben yapan şeyler artık kitaplara sığındılar. Çocuklar ekranlardan başlarını kaldırıp yıldızları seyredemiyorlar. Karıncalarla dört mevsim arkadaşlık edemiyorlar. Kar da uğramaz oldu yapay şehirlerimize.
Ama bugün Oya Ağacı beni tanıdı.
Eski evin penceresinin önünde iki ağaçtılar. Bugün de iki arkadaş çıktılar karşıma. “Göz göze” geldik. İnsan olsaydı muzip bir gülümsemeyle bakardı bana eminim. “Nerelerdeydin?” der gibi kırmadan ama sitemkâr. Belki başka bir çocuktu onun anımsadığı. Ama olsun, ben de bir zamanlar o çocuktum. Hatta çocukluğun bana emanet olduğu zamanlarda ta kendisiydim onun. Onun da anılarımdaki gibi pespembe çiçekleri vardı. Böylece hemen tanıdık birbirimizi. Çekingenliğimi atıp yakından süzdüm onu, gözlerim dallarının göğe yükselişini izlediler, dallarına dokundum, ona sarıldım, resmini çizdim içime. Ben onda yok oldum, o da bende. Affetmekten de öte, beni bilgece mazur gördü.
Şimdi biliyorum ki, onun dallarının arasında oynarken hep kucaklamış beni. Çocuktum, oyun sanmışım. Üzerine tırmanırken göğe yükselmeyi, uğraşmayı, başarısızlıktan yılmamayı, cesareti öğretmiş bana. Yaprakları ve çiçekleriyle de kucakladığı çocukların içine işleyip onları güzelleştirmiş. İnsana ve nice atalara yeri terk edip gökyüzüne yaklaşmanın heyecanını yaşatmış. Bir öğretmen olmuş. Sevmişiz birbirimizi.
Ağaç olmasaydı İnsan olmazdı. Ve bu hâlâ geçerli. Ağaç olmazsa insan insan olamaz.
Siz hiç ağaç sevdiniz mi?
(S.K. / Yıldız Parkı, 2015 Sonbaharı)
Yazınızı zevkle okudum…Fotoğraflar ise ayrı bir güzellikte idi…Karkıda bulunan herkesi kutluyorum…Doğayı seven biri olarak, yazdıklarınızın tümüne katılıyorum….Günümüzde vahşice katledilen doğayı gördükçe, insanlığımızın ve insan sevgisinin, insana verilen değerin seviyesinin ne denli aşağılara düştüğünü de, farkediyorsunuz….Yine de, geleceğe ümitle bakmak istiyoruz….Bu da sizler gibi, insan ve doğa severler sayesinde gerçekleşecektir….
Sevgi ve Saygılarımla,
Ahmet Bilge