Ananız sizi emzirdi, sonra da evlenene kadar önünüze yemek koydu. Alt tarafı bir tabak yemekti bu. (Sanırız bu yazımızda daha ziyade beylere seslendiğimiz anlaşılmıştır)
Ardından belki hamarat, belki de yumurta bile kırmayı bilmeyen bir hatunla tanışıp evlendiniz. Kısa zamanda o da “kendini geliştirdi” ve karnınız doymaya devam etti.
Gelin görün ki, size verileni almaktan başka bir şey yapamadınız. “Ne var ki bunda, ben de çok şey verdim. Çalışıp didindim. Birliktelikte iş bölümü vardır” diyebilirsiniz. Elbette öyle. Ama size ne verip ne alacağınızı kim söyledi? Yoksa bilinçli olarak bir geleneği devam ettirdiğinizi mi iddia edeceksiniz? Bunu denemeyin bile çünkü bizi inandıramazsınız. Öyle ya! Artık mağaradan çıkıp dağlarda avlanmanız gerekmiyor. Nitekim kadınlar da erkeklerle aynı işleri yapabiliyor ve para kazanıyorlar. “Reislik” neden erkeklere kalsın! Üstelik reislik sevilmeyi gerekli de kılmaz. Bu durumda, erkek yeniden güçlü bir konumu nasıl kazanabilecektir?
Kadınlar şaşırtılmayı, yeniliği severler. Onları sevindirmek için değişken doğalarını keşfetmek ve buna hitap edecek buluşlar yapmak zorundasınız. Dansı yönetmek diktatörlük yapmakla değil, yeni adımlar atmakla olur. Yepyeni adımlar atmaksa her yiğidin harcı değildir. Zaman ve paranızdan önce beyin gücünüzü buna yönlendirmeli, araştırma yapmalı, öğrenmeli, gelişmelisiniz. Bunu gerçekleştirdiğinizde hayatınızdaki kişinin size saygı duyduğunu, beğendiğini hissetmeye başlayacaksınız.
Geçmiş bir yaşamda bir fransız dedesi tanımıştım. Yaşlı bir çifttiler. Beni torunları gibi sevdiler. Her pazar yemeğinde eşi Edwige geleneksel mutfaktan örnekler yapardı. Zamanlamasına hayrandım. Sofrasında aç kalmaz, sıkılmazdınız, yemekler de tam kıvamında ve doğru ısıda servis edilirdi.
Dede eşinin geleceği için bazen endişelenirdi. Evlilikte erkekler genellikle daha yaşlıdırlar. Buna ortalama erkek ömrünün kadınınkinden daha kısa olmasını da eklersek, bu tip endişelerin her erkeğin aklına geleceğini kabul etmeliyiz: “Ben öldükten sonra bu kadın ne olacak?” düşüncesi. Ne yazık ki Edwige bir şikayetle hastaneye kaldırıldı ve orada bir enfeksiyon kaparak dedeyi bıraktı ve apar topar sonsuza gitti.
Adamcağızı yalnız bırakmamaya çalıştık. Ama bu duruma alışması da gerekiyordu. Artık çamaşırını yıkayacak ve yemeğini yapacak kimsesi yoktu. Fransa’da eve hizmetçi çağırmak mümkün olsa da günlük bir insanınız olması maddi açıdan bir yüktür. Nitekim dede kendi kendine yetmeye çalıştı ve mecburen bunu da başardı.
Beni bir pazar günü öğle yemeğine davet etti. Bu sefer bizzat mutfağa girmek için ısrar etmişti. Fırında beşamel soslu “Chicon” yapmıştı. “Endive” de denilen bu Hindiba çeşidi aslında salatalarda kullanılsa da, sıcak yemeği de yapılır. Bizde de bulunmaya başlandı.
Benim damağıma hitap etmese de bu yemeğe hayranlık duydum. Onun usta bir şefe dönüşmüş olması, tepsiyi fırından çıkarmama dahi engel olup gururunu göstermesi, kendine güveni beni çok eklemişti. Yemeği tabaklara servis ettiğimizdeyse bir an durdu. Sessizce oturdu ve önünde dumanı tüten tabağa bir dakika boyunca gözlerini dikti. Sessizlikle dolu bu boşluğa saygı duyup beklemekten başka çarem yoktu. Derken dudaklarından şunlar döküldü : “Sağlığında ona yemek yapamadım. Ne kadar isterdim Edwige’e bunu sunabilmeyi”
Artık o bir tabak yemeğe paha biçilemezdi. Bir şey diyemedim. Bazı fırsatlar geri gelmez. Bu olay bana ders oldu. Ancak olanları analiz edince şu sonuca varıyorum : Edwige artık aramızda değildi ama aralarındaki bağ sürüyordu ve bu bağ dedeyi olgunlaştırmaya devam ediyordu.
“Alt tarafı bir tabak yemek” demiştik demin. “Alt tarafı pişmanlık” ya da “Alt tarafı hayat” da diyebilirdik.
Hiç kimsenin bilmedikleridir, yalnızca kendi içinizde yaşattıklarınızdır kaderinizi tayin eden ve sizi siz yapacak olanlar. Oldum olası bana emir kipiyle konuşulmasını sevmem ve bunu başkasına yapmamaya çalışırım. Akıl vermeyi akla saygısızlık olarak görürüm. Ama işte beyler size basit bir tarif. Sonuç olarak da, gülümseme ve hoşnutluk garanti! En önemlisi de sevdiğiniz insanın önüne bir tabak yemek koyabilmiş gerçek bir erkek olmanın gururu. Annenizi ya da varsa kızkardeşinizi ya da kızınızı da bu şekilde kadın olmasından ve size getirdiklerinden ötürü onurlandırabilirsiniz. Alt tarafı bir tabak yemek sunarak ona şunu söylemiş olursunuz : “Bana verdiğinin kıymetini biliyor ve ben de sana veriyorum. Kabul et lütfen”
Afiyet olsun!
—————————————————————————————–
Pırasa ve Somonlu Tart (4 kişilik)
Hazırlık : 30 dakika
Pişme süresi 15 dakika (190 dereceye ısıtılmış fırında)
Malzeme
- 30 cm çapında yuvarlak ve derin fırın tepsisi
- 3 Yumurta
- Hazır milföy hamuru (dondurulmuş 10’lu paket. Kullanmadan 1/2 saat önce çıkarıp çözdürün)
- 1/2 kg Pırasa
- 200 g füme Somon balığı
- 25 g Tereyağ (tepsiyi yağlamak için)
- 1 kutu Krema
- 80 g toz ya da rendelenmiş Parmesan peyniri
- Karabiber
Hazırlık :
- Tepsiyi yağlayın.
- Milföy kareleriyle tepsiyi kaplayın. Kareler tepsinin duvarına “tırmanmalılar”.
Harcımız ve pişim :
- Hiç bir ön pişirme gerekmez.
- Pırasaları dilimleyin. Çok ince kıymamalısınız. Pişince yok olmamalılar.
- Somonu da küçük karelere bölün.
- Bir kaba malzemenin hepsini doldurup karıştırın. Kırma karabiber ve parmesanı da bu aşamada ekleyin. Tuzlamıyoruz çünkü parmesan tuzlu bir peynir sayılır.
- Harcımızı hamurun içine dökün.
- Fırında pişirin. Süre tutmaktan da öte, pişmiş olmasına gözünüzle karar verin. Tartınız geneliyle “altın” rengi almalıdır.
S.K. 2015
(Bu sayfaya link verebilirsiniz. Ancak yazının bütünlüğünü bozacak alıntılar yapamazsınız. Aksi taktirde Fikir Eserleri ve Telif Hakları Kanunu gereği aramız açılır.)