Bir “Savaşçı” akımı almış başını gidiyor. Warrior, Işık Savaşçısı, Asker, Avcı ve daha nicesi farkında olmadan karıştırılan, anlamından boşaltılarak kullanılan ifadeler. Kimi zaman içlerine erkekliği, salt eril özellikleri, maçoluğu, saldırganlığı ve hatta katilliği bile sokanlar var. Farkında olmadan elbette… Bu yazımızın amacı bir yandan bu kitlenin farkındalığını arttırmak, öte yandan da “ötekileştirdikleri” kitleyi bu tip sahte savaşçılara karşı uyarmak. Çünkü sizi koruyup gözeteceğini iddia edenler sözlerinde durmazlarsa, rehberlik edeceklerini söyleyenlerin pusulası şaşmışsa bir manipülasyon ve kandırmaca ortamında topyekûn kayboluruz.
Avcı-Toplayıcı Arketipi
Avcılık, insan-hayvan etkileşiminden ortaya çıkmıştır. Organize bir birliğin parçası olan askerin atası ve ilk örneği Avcı’dır. Ancak avcı askerden farklı olarak emirleri Doğa’dan alırdı. Ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılamak için her şartta işini yapardı. Her seferinde daha etkili olmak için kendi sınırlarını tanıyıp geliştirmeye çalışır, avını ve onun ortamını öğrenmeye çalışırdı. Belki de günler süren zorlu sürek avlarında ruhsal ve bedensel bir dönüşüme uğradığı kesin bir gerçekti. Av-Avcı ikilisi fiziksel olarak karşılaşmadan çok önce ruhta bağlıydılar. Bu şekilde ilk avcılar aynı zamanda ilk asker, hekim, büyücü ve sanatçı da olmak durumdaydılar. Yaralandığında hekim, kaybolmamak için coğrafyacı ve doğa bilimci, ava odaklanmak için büyücü, anılarını ve deneyimlerini resim ve sözle anlatmak içinse sanatçı olmayı bilirdi.
Bu uzmanlıklar listesi çok uzundur. Hava şartlarını önceden kestirebilmek için meteorologların da atası yine bir avcıydı. Avcı aynı zamanda bir kaşif, bitki uzmanı, bir astronom ve elbette dönüşü dört gözle beklenen müthiş baba ve sevgili kocaydı. Onun vahşi doğaya açılmasını sağlayan gücü bu özverili konumundan gelirdi. Donmamak için direnirken, bir yaban domuzuyla karşılaşmaya hazırlanırken ya da herhangi bir umutsuzluk karşısında evde aç bekleyenleri düşünerek bedeninde ve ruhundaki gizemli enerji kaynaklarını keşfedip ayağa kalkan biriydi Avcı. Ama bazen eve dönemezdi. Erkek çocukların Avcılığa hazırlanırken baba kaybının farkında ve etkisinde olduklarını da tahmin edebiliriz. Nitekim doğal bir topluluğun doğal bireyleri, ölüm karşısında da korku ya da cesaret değil bir kabulleniş içindeydiler. İnsan sayısı az, birey değerli ve kanı kutsaldı. Avcı bir zamanlar “Kalbin Savaşçısı”ydı. İnsan bu dönemde yükselmiştir.
Asker (Yüzeysel anlamda Savaşçı)
İlk insanlar kimi zaman kolay avlanmak için organize oldular ve avcı grupları ortaya çıktı. Hayvanlara üstünlük sağlandığında ise başka bir tehlike baş gösterdi: Diğer kavimler. Yeterince avlanamayan kavimler hırsızlığa ve yağmaya başvurdular. Temel ihtiyaçlar için insan kanı dökülmeye başlandı. İnsanlar arası mücadeleden doğan asker kimliği oldukça çelişiktir.
Avrupalı Şövalyelerin, Japon Samurayların, Aryen Kşatriyaların, Aztek, Kızılderili, Moğol savaşçılarının hepsi de, piyade, yaya, rütbe gözetmeksizin, feodal kast sistemini yöneten bir efendinin malıydılar. Üzerlerindeki tek sınıf danışman-ruhbanlardan oluşuyordu. Altlarında ise yere ve zaman göre köylü, tüccar ya da esnaf vardı. Kast sisteminin bozulmasını, sınıflar arası geçişi önlemek içinse bir din gerekliydi. Karma (nedensellik) ilkesine dayalı Hindu reenkarnasyonu da buna hizmet etmiş “çimento” dinlere bir örnektir. Bir kastın üyesi asla bir üst kastın üyesi olarak yeniden bedenlenemezdi. Ama bir hata yaparsa bir sonraki hayatta böcek dahi olabiliyordu! (Buda bu sistemi yıkan Nirvana’yı ortaya attığında aslında politik bir sistemi sarstı. Bu düşünceye göre bir kez Aydınlanınca yeniden bedenlenmiyor ve Karma çarkından özgür kalıyordunuz. Kast sistemini bitirecek bu gidişattan hoşlanmayan Brahmanlar Buda’nın peşine defalarca kiralık katil taktılar)
İşte bu yapı ve ortamda her grubun askeri otomatikman kutsanmış oluyordu! Hem de kariyeri boyunca her ne yaparsa yapsın!
Demokratik sistemlerden önceki asker sınıfı bir hanedanın çıkarlarına hizmet için kullanılırdı. Bu çıkarlar ülke içinde ya da dışında olabilirdi. Bir klanın lavedilmesi için zor kullanılmasından tutun, siyasi cinayetlere, etnik gruplara gözdağı veilmesine kadar her türlü “misyon” üstlenilirdi. Ancak resmi tarihlerde hiç bir devlet “Sivilleri kadın çocuk demeden öldürdük” demez. Ancak 21. yüzyılda dahi toplu mezarlar bulmaktayız. Bu kitlesel eylemleri kim gerçekleştirmektedir? Bu örnekler Aryen yazılarındaki Kşatriya (Asker) tanımına hiç de uymaz : “Kşatriya masumların koruyucusudur”
Askerin Dramı
Avcının aksine asker özgür değildir. Herkesin gıpta ettiği Şövalye görevini devralırken Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi (Kral ya da Papa) tarafından kutsanır. Pratikte bu sadece bir kandırmacadır. Bu “hipnoz”un etkisi yıllarca sürecek ve sözde asker hanedanla anlaşmasını kanıyla yaptığını öğrendiğinde çok geç olacaktır. Nitekim Japonya’da Shogun tarafından bir günde lavedilen klanların tüm hiyetarşik seviyeleri açlıkla boğuşmak zorunda kalmıştır. Bir de bakmışsınız intihar etme (Seppuku) emri almışsınız ve eşinizle vedalaşıyorsunuz, bir bakmışsınız değerli bir insana suikast yapmanız ya da bir köyü yakıp yıkmanız istenmiş. O zaman ideallerinizle gerçekler arasında kalırsınız. Şövalyelik ya da Samuraylık değerleri yerle bir olmuş, balon patlamıştır. Ölümle burun buruna geldiğinizdeyse sevdiklerinizin hayali size güç değil, sadece hüzün ve pişmanlığı tattırır. Çünkü bu yolun geri dönüşü yoktur. Neyin savaşçısı olduğunuzu anlayamazsınız. Neyin savaşını verdiğinizin bir yanıtını bulamazsınız. Ve siz gittiğinizde yerinizi yeni biri alır.
Günümüzde Savaşçı
Sanırız “Kalbin Savaşçısı” ifadesi şimdi anlaşılmıştır.
Geçmişin bütün kandırmaca ve yalanları ifşa olundu. İnsanı yoldan çıkaran her türlü oyun artık biliniyor. Katillerin zamanı doldu. Sıra bunu yeryüzünden silmekte. Ancak ego’nun oyunları yeni elbiseler giyerek karşımıza çıkmakta. Bunun çarpıcı bir örneği iş dünyasında görülmekte. Bir kısım arada kalmış ise gerçekten “Savaşçı Ruhlu” olduğunu sanarak Savaş Sanatlarına yönlenmekte. Bu satırların yazarı, japon savaş sanatları eğitmenliği de yapmış biri olarak sizlere ilk elden bilgi verebilir. Söz aldığındaysa Savaş Sanatları ortamında çoğunlukla şehir yaşamından beslenen paranoyaların güdümünde bir “vodvil” oynandığı gerçeğinden bahsedecektir (nitekim 1945’te ABD’ye diz çökmelerinden bu yana hiç bir japon nesli askeri anlamda savaşmayı öğrenmemiştir). Ancak bu özel alan herkesin ilgisini çekmeyebilir. Bununla ilgili bir yazıyı daha ilerde yayınlayabiliriz. Sadece şu tavsiyeyi vermekle yetinelim : İdealinizi iyi inceleyin. Askercilik oynamak üzere kostümünüzü giyip sahneye çıktığınızda kendinize şu soruyu sorun : “Yaşamımda neyin savaşını veriyorum?”
Erkek cinsinden olsanız da belki de savaşçılıkla uzaktan yakından alakanız yoktur. Belki de Amazonların sayısı sandığınızdan fazladır. Kalbe bağlı savaşçılığın cinsiyetle bağının hemen hemen kalmadığı bir devirde olduğumuzu kabul etmeliyiz. Belki de kumdan kalelerin yıkıldığı Gerçek Savaşçıların zamanı gelmektedir. Emirlerini Doğa’dan alan Ana ve Babaların zamanı. Ne dersiniz?
Hodri meydan…
Suavi Kendiroğlu / Kuzguncuk, Aralık 2015
Bu yazıyı link vererek paylaşabilirsiniz. Ancak bütünlüğünü bozacak alıntılar yapamazsınız. Aksi taktirde Fikir Eserleri ve Telif Hakları Kanunu’nca aramız açılır.