Bu resimde renk yok, kirpikler, al yanaklar, göz rengi de yok. Hatta resim eksik ve kusurlu aslında. Peki nasıl oluyor da, buradaki “kişiye” sempati duyuyor ve belki de onun tarafından çekiliyoruz. İki çizgiyle aşka düşmek nasıl mümkün oluyor? Resimdeki kişi hakkında neler anlatabiliriz? Milleti, mesleği, sosyal sınıfı, ruh hali… Bu düşüncelerimiz nereden gelmektedir?Ressamın bir kaç çizgiyle yaptığı bu portre görsel açıdan eksik ancak ruhsal olarak dopdolu. İlkel ve empresyonist ressamlar bu ima sanatını iyi bilir ve kullanırlardı. Resmi kağıda değil izleyicinin zihnine yaparlardı. Klasikler ise fotografik (optik) gerçekliği yakalamaya çalışırlar, izleyene hiç bir katılım özgürlüğü ve eylem alanı bırakmazlardı.
Bu tip minimalist resimde tamamlayıcı bilgi izleyicinin içinden gelir. Erkek olsanız da, bukle saçlar, al yanaklar, nemli gözler, hüzün ya da sevinç görürsünüz. İçinizdeki dişi yansıması harekete geçer. Aslında, baktığınız resmi siz yaparsınız. Ressam sadece size bir çıkış noktası sağlamış, yaratıcı zihninize rehberlik etmiş, bir şeyleri hatırlamanızı sağlamıştır.
Bu yaratıcı katılım günlük hayatımızda da hep vardır. Bir an gördüğünüz bir insana bağlılık hissetmeniz bundandır. Onun zihninizi harekete geçiren ve yönlendiren yanları sizde bulunan ve belki de hiç farkında olmadığınız birikimlerle buluşur ve karşınıza “ruhsal bir portre” çıkar.
Ruhsal bir portre ustası olduğumu kişiler hakkındaki hislerimle karşılaştığımda keşfetmedim. Aksine, kimi zaman bende suçluluk duyguları da yaratan bu hisleri her zaman susturmaya çalıştım. Doğruluklarını sınayamıyor ya da sınamaktan kaçınıyordum. Gelin görün ki, bu sefer de portreler bir çaresini bulup rüyalar şeklinde önüme geldiler. Bunlar kimi zaman sembolik, kimi zaman da somut mesajlar içeren vizyonlardı. Zamanla bunları o kişilerle paylaştığımda ruhlarının derinliklerindeki bir şeylere dokunduğumu saklamadılar. “Bunları bilmemen gerekir” diyenler de oldu. Ama bütün bunlar elimizde değil ki…
Düşününce, bizde bulunan birikimlerin erken çocukluk anılarımızdan, aldığımız eğitimden, toplumsal bilinçdışından ve genetik aktarımdan oluştuğunu anlıyorum. İzinlerini sürmek nereseyse imkansız. Ama şunu gördüm ki, bir dış uyaranla tetiklendiklerinde hepsi bulundukları köşeden çıkıp ruhunuzun tuvalinde şekil, renk, duygu ve hatta diyalog şeklinde ruhsal portredeki yerlerini alıveriyorlar.
Bunun bana getirdiği en önemli şey de, nelerle dolu olduğumu anlamam ve bu yolla kendimi tanıma yolunda bir kaç adım atmam oldu. Hatta “Ruhsal Otoportre” yapmayı çok isterdim.
Bu yazım ve size düşündürdükleri belki sizde de bazı şeylere kapı açar diyerek paylaşıyorum.
S.K. Temmuz 2014
Reblogged this on .