Paralel evrenlere gerek yok, bir tarak yeter.

house

Annemin elinden tutmuş okuldan eve dönerken ışık sızan pencerelere bakar ve içimden “Keşke bütün bu evlere girip oradaki hayatları görebilseydim” diye geçirirdim. Kimdi bu insanlar? Çocukları nasıl yataklarda uyurlardı? Sofralarında neler bulunurdu? Onların dede ve nineleri de hayatta mıydı? Babaları kaçta gelirdi?

Bu merakın nedenini bilemiyorum. Kendi kendime uydurduğum bir hayal oyunuydu sanırım. Evlere baktığımda duvarları saydamlaşır ve içlerindeki hayatı görür gibi olurdum. Ancak gerçekte her bir eve girip çıksam bile tümüne ömrüm yetişmezdi. Bunların hepsini bilmem imkansızdı.

Daha sonra bu soruların yanıtını ancak Tanrı’nın bilebileceğini düşünmeye başladım. O kadar çok insan, o kadar çok ev, o kadar çok hayat vardı ki… Ben hepsine yetişemezdim. Bunu anladığımda ve kabullendiğimde yine de içimde bir eksiklik, bir burukluk oluştu. Tanrı olup bunu yapabilmeyi o kadar istedim ki.

christmas

Oysa bırakın herşeye yeten bir Tanrı olmayı, hayat bize küçük, küçücük roller biçiyor. Bir dönem birinin çocuğu iken bir de bakmışsınız bir diğerinin abisi, ablası, eşi, dedesi falan oluvermişsiniz. Sırayla ve nefes nefese, hazırlıksız, istemeden bu rollerden geçiyoruz, bazılarını idrak bile edemeden. Ama gün geliyor ve öyle bir şey oluyor ki, rolünüzü apaçık görüyorsunuz. Olduğunuz yer ve zamanda ne ve kim olduğunuzu, neyi emanet alıp taşıdığınızı, neyi yaşatmakta olduğunuzu ve neyi aktaracağınızı apaçık görüyorsunuz. Başkalarının hayatını merak ederken kendinizinkini de es geçtiğinizi anlıyor ve ilk defa olarak bir evin içini görmeye başlıyorsunuz : kendinizinkini…

Bunu farketmemi sağlayan bir arkadaşım oldu. Babasını çok erken kaybetmiş bir “kız”. Kısa zamanda, benim küçük kızımla olan ilişkimi izlediğini, tattığını, öneriler getirdiğini gördüm. Bazı şeylere gözümü açtı, bazen aklıma gelmeyen konularda erkenden uyardı beni. Babasının saçlarını taradığını anlatmıştı bir keresinde. Ben de kızımın saçlarını kurutan ve tarayan bir baba oldum. Islak saçları düğüm olmadan taramak, karışmış yerlerini açmak zordur. Saçın bir tutamını köke yakın yerden bir elle sıkı sıkı kavrayacaksın ki, fırçayla çekiştirirken canı yanmasın, gözünde yaş birikmesin. Tam baba işi. Böylece kızım da beni hatırlayacak. Birey’in ötesine geçince aramızda bir mesafe kalmıyor ki. Hem de hiç…

hair

Paralel bir evrende yaşayan bir başka Ben’e hiç gerek yok. Her şey, bütün eylemler ve duygular bize emaneten şu anda ve burada gerçekleşiyor. Kimimiz artık şeklen burada değil, kimimizse şeklen burada henüz. Ama yüklendiklerimiz, temsil ettiklerimiz, esas varlıklar, görünmez “İnsan” hep burada. Benimsediğimiz, izin verdiğimiz, eyleme döktüğümüz ölçüde burada.

Yukarıda anlattıklarıma kör bir toplum kendi kural ve tabularını savunadursun, babalar kızlarının başını okşarken bütün kızlar da babalarını hatırlayacak. Masum eller masum başlara her zaman dokunacak. Şimdi ve burada. Başka yerde ve geçmişte değil. Ne yazık ki, bir insan diğer bir insana sadece toplum kurallarına uyarak yaklaşabilir. Ya emanetler? Biz bu zıtlıkta neredeyiz? Bir erkek bir kadının başına bir çocuğun masum ve sevimli başına dokunduğu gibi dokunabilir mi? Zor  mu? Öyleyse, İnsanlık nasıl böyle sapık bir ahlâk ve ağır bir zorunluluk üretebildi? Bir dalda yanyana dizilmiş, birbirinin bitlerini ayıklayan maymunların masumiyetine nasıl da imrenir olduk? Nasıl da insansız kaldık? İnsan’ın içi boşaltıldı, kim olduğu unutuldu, neler yapabileceği ve nereye gittiği… Duvarlar ördük ve Hayat’ı hayatlara böldük. İçini göremediğimiz evler yarattık. Bu hayatta yaşayamadıklarımızın hayalini kurmak için de, örneğin Paralel Evrenler öyküsüne sığınır olduk. Bizler emanet, temsil ve eylemleri yaşadığımız evrenden dışlamadıkça paralel evrenlere gerek yok. Bu evren tıkanmış ve tutukluk yaşıyoruz. Bunu kırmanın zamanı.

Mother with kids at the kitchen

Ben burada ve şu anda baba olmanın bana yüklediği tatlı sorumlulukla anıyorum aramızda olmayanları. Onların yerine burada olmanın tadını çıkarıyorum. Ve köküne yakın yerden kavrıyorum kızımın saçlarını ki, tararken canı yanmasın. O da elimdeki bu gücü farketmeden anın tadını çıkarsın. Sakarlık edersem de tatlı tatlı homurdanır nasılsa. Ama şimdilik sıra bizde. Bütün hayatlar aynı anda yaşanıyor. Görebilen capcanlı görüyor bunu. Bütün başlara değiyor elim. Bu hiç yok olmuyor. Benden sonra da hep burada olacak. Bu mecazi elin, küçücük ilginin saçlarda hissedildiği biliyorum. İyi geldiğini biliyorum.

Bu yazıda onca rol ve emanetten sadece birini, kendi hanemde olan bir şeyi örnek verdim. Siz de kendi örneğinizi seçin, şu anda yapmakta olduğunuz şeyi, önce sıradan görünen ama başkalarının hayallerini süsleyen emaneti, o paha biçilmez hazineyi sahiplenin. Haklı olduğumu göreceksiniz. Çocukken önünden geçtiğim evlerde yaşayanların hepsi birden olduğumu, bütün hayatları bildiğimi, bunun için Tanrı olmaya gerek olmadığını, sadece doğru yere bakmayı bilmediğimi artık biliyorum.

Meğer oluyormuş!

Suavi Kendiroğlu – 2016

1 thoughts on “Paralel evrenlere gerek yok, bir tarak yeter.”

  1. Güney Haştemoğlu

    Sevmek emek vermektir, emek vermek anlamaktır. Emek nedir? Kendimizin dışında canlı cansız her şeye gönülce dokunmak, kimi zaman bir hizmet, kimi zaman bir selam, bir ihtiyacı karşılama! Sonunda insan görüyor ki gerçekte gönülce dokunduğu asıl yer kendi içinde ki büyük âlem! Ve her şey, herkes saçını taradığımız güzel kızımız kadar bize yakın!

Yorum bırakın

error: Content is protected !!