Olgunluk nedir?
Bu bir başlık değil. Bu siz okurlara da sorulmuş bir soru. Ben buna kısmen yanıt verebildim, sizin katkınız da bu yanıtı genişletebilir.
Yaşadıklarımız ışığında hemen söyleyebiliriz ki, olgunluğun kişinin yaşamına çatık kaş, ahkam, yaşlılık, maddi güç, tahsil ile gelmediğini biliyoruz. Olgunluk daha çok bu olguların yönetilmesiyle ilgili.
Psikoloji bilimi bize daha çocuklukta hatta bebeklikte kurulan ilişkilerin ömür boyu bağlayıcı olduklarını öğretiyor. Ana babanın tavırları, sorumluluklarıyla ilgili düştükleri açmazlar, sonuçları kabul ya da reddetme şekilleri, bunu eşe ya da çocuğa yansıtma şekilleri ve daha birçoğu yetişkin insanın ruhsal durumu üzerinde belirleyicidir.
Gözlemlerden biliyoruz ki bugün kişinin toplum düzenindeki yeri, kültürel bilgi birikimi ya da yaşı olgunluk derecesini tanımlamıyor. Kişi kendini hep olduğundan daha başka biri gibi gösterecek donanıma ulaşabiliyor. Bunu genç yaşlı herkeste görüyoruz. Bu yüzden kurulan insan gruplarında (aile olsun, çalışma ortamı olsun) bir tür kuvvet ve şiddet otoritesi hüküm sürmekte. Gizli tehditler (sevgi ve ilgi de dahil bazı yaşamsal kaynaklardan mahrum bırakma), sürekli diri tutulan bir gerilim (ses tonu, bakış, beden dili), ihtiyaçları kasten karşılamama (istenilen yemeği yapmama, herkesin hoşuna gidebilecek planları anlamsızca red) vb…
Bu saydıklarımız sevilme, anlaşılma, kabul görme ve özetle mutluluk arayışındaki bireylerden oluşan topluma da yansımakta. En yakınlarından (anne, baba, eş, arkadaş çevresi) umduklarını bulamayan, fark edilmediğini düşünen birey devlet ve kurumları tarafından da fark edilmemekte. Takdir duygusunu bir takım sertifikaların bol kepçe dağıtılmasıyla gidermeye çalışmak da hiç bir şekilde inandırıcı gelmiyor.
Olgunlaşmanın önündeki ilk engeller ana babanın bağımlı kılıcı davranışlarıdır. Meslek seçiminden, kendi aralarındaki konuşma tarzına kadar çocuklarını yoğurur, onların ruhlarını şekillendirirler. Geleneksel aile içinde çocuk kalmış kişilerin ilerde çocuk yetiştirirken sabırsızlık ve içsel çatışma yaşayacakları kesindir. Dayak, ses yükseltme gibi “çözümler”den başka bir tavır olabileceğine ihtimal dahi vermezler. Kendi bilinçli durumlarından daha baskın bir bilinçsiz iç enerjiye sürekli olarak yenik düşerler. Sonuçta da çocuklarına hem rehber olamaz hem de tarla ya da ev gibi sahip oldukları miniklerin farklılaşmalarından, kontrolden çıkmalarından korkarak onları sürekli baskı altında tutar. Örf, adet, gelenek ve din referansları bol bol bu amaçla kullanılır.
Özetle çevresinden “olgun bir duruş” bekleyen kişi de bizzat nasıl olgunlaşacağını bilemiyor. Ona örnek olacak, olgun davranış ya da dili öğretecek rehberler bulamıyor.
Bu durumda bunalan kişi elinden gelen yegane şeyi yapıp şunu soracaktır : Bana ne olacak?
İşte bu soru kendisiyle ilgili sorumluluk almanın yine kendisine düştüğünü gösterir ve aranılan yanıt sorunun içinde, daha doğrusu motivasyonunda gizlidir.
Kişinin kendisine ilgi göstermesi ve kendisini ele alması ruhsal olgunluğa götüren adımlardan ilki ve en önemlisidir.
“Olgun bir tavır neye benzer? Olgun kişinin özellikleri nelerdir?” sorusunu sorduğumda şunlar aklıma geldi:
Haklara saygılıdır. Bireyleri kendisine yakınlık derecesine göre ve elbette yine kendi durumları içinde değerlendirir. Çocuğun bile belirli özgürlük alanı vardır. Bu sayede olgun kişi tüm enerjisini başkalarını yönetmeye çalışmakla harcamaz.
Ortaya çıkan sonuçlarda ortak sorumluluk arar. Kendi zayıflıklarını örtmek için başkalarını otomatik olarak suçlamaz. Nitekim bu boş suçlamalar başkaları üzerindeki etkilerini kısa sürede yitirir ve inandırıcılıktan uzaklaşırlar.
Başkalarını sömürmez, makul ölçüde kendine yeterlidir. Kolaylıkla yapabileceklerini başkalarından beklemez. Onların rahatlarını en azından bozmamaya çalışır.
Kendi içine bakarak ilerler. İçinde bulduğu uyumlu ya da uyumsuz merkezleri akıllıca yönetir. Negatif ve pozitif duygudurumlarını gözlemler ve değerlendirir. Bu sayede onların kişiliğini anlık da olsa ele geçirmelerine izin vermez. Ancak onlarla yüzleşerek kişiliğini törpülemenin, zenginleştirmenin yollarını arar. Dış etkilere göre ön plana çıkacak gizli ya da potansiyel “kişiliklerini” bir ebeveyn, bir hükümdar gibi yönetir. Kompleksleriyle yüzleşir ve onlarla diyaloğa girer. Kendi kendinin ustası olmaya doğru ilerler.
“Olgunluk” denilen bir statü olmadığını, bunun sonsuz bir gelişim yolu olduğunu bilir. İlerde dönüşebileceği şeylerden, gelecekten ve kendi potansiyelinden korkmaz. Gerçekten de birçoğumuz kendi potansiyelimizden korkutularak büyütülürüz. Olgunlaşmayı arzulayan kişi bu arzusunun gerçekleşmesinden büyük haz duyar. Kendi içinde yaşadığı bu haz sayesinde her durumda mutlu olabilir ve bunun için başkalarına ihtiyacı yoktur.
İçe bakışı gerçekçidir. Örneğin aniden bir dahi olmak çocuksu hayali yerine “Şu an bulunduğum noktadan bir adım nasıl ileri giderim?” türü daha olası araştırmalar içindedir. Ancak hayal kurmayı da asla bırakmaz.
Kendini ve başkalarını yargılamadan önce anlamaya çalışır. Bunu da başka bir hayatın dinamiklerini merak ederek ve öğrenerek yapar. Anlamak, birini affetmek ya da mazur görmek değil, sadece anlamaktır.
Olgunluk sorumluluk almayı da gerektirir ve aslında doğal olarak bu sorumluluğu hissettirir. Sorumluluk almak bir dayatma ya da ödev değil, bilinçli bir tercihtir. Bunu yaptıkça antremanlı olursunuz, ruhsal olarak yetkinleşir ve daha büyük sorumluluklara hazır hale gelirsiniz. Sorumluluk böylece bir ilerleme aracı haline gelerek haz kaynağı olacaktır.
Kendisinin ve diğerlerinin değişken, doğal ya da toplumsal nedenlere bağlı “ritimleri” ya da “döngüleri” olduğunu bilir. Bu bilgi onun kendisine ve diğerlerine, yorgunluk vb durumda anlayışlı olmasını sağlar. Bu döngüler bazen daha uzun yaşam dönemleri de olabilir. Bu dönemlerin sonunda insanın geri dönüşü olmayan bir şekilde değişmiş olabileceğini kabule hazırdır. Bunda yeni öğrenme, ilerleme ve olgunlaşma fırsatları bulur.
Birbirlerinin olgunlaşmasına yardımcı olan bireylerin karşılaşmaları da geçmişte çok ender görülen ancak giderek daha sık rastlanılan bir durumdur. Bunda iletişim araçlarının ve hızının çoğalması etkendir.
Şimdi dilerseniz birkaç soru sorarak bir bilanço yapalım: Devlet ve onun okul gibi kurumları, ait olduğunuzu düşündüğünüz alt kültür ve aileniz sizi olgunlaştırıyor mu? Böyle bir plan mevcut mu? Değilse ne yapabilirsiniz? Özellikle çocuklar için ne yapabiliriz?
Bu sorulara yanıt ararken aslında misyonunuzu belirleyeceksiniz. Televizyonlardaki Reality Showları, evlendirme programlarını, din adamlarının sorulan sorulara yanıt verirken kestiği ahkamları da unutmamalı… Bunu yaparken bir tür “çocuk toplum” kalmış olmamızın, yüzeyselliğin, aşk ve cinayet kelimelerinin bir araya nasıl geldiğinin, kabadayıları başkan seçmemizin, kredi kartı mağduriyetinin nedenlerini de bulacaksınız gibime geliyor.
Ve tabi olgunlaşmakta olan ve sunulan kalıp statülerle yetinmeyen kişinin çevre tarafından anlaşılmamasını da doğal karşılamak gerek. İnanın biraz bekleyince aynı insanların onun olgunluğuna sığınmak isteyeceklerini göreceksiniz.
Suavi Kendiroğlu / Temmuz 2016
Bu yazıdan anlam bütünlüğünü bozacak şekilde alıntılar yapmak yasaktır. Sitemize link vererek paylaşabilirsiniz.